1 Kasım 2009 Pazar

Kızıl Çin Tarzı Aile Planlaması : Bebek Cinayetleri

Çin'de ailelerin bilinçlendirilmesi ve çeşitli tıbbi yöntemlerle kolaylıkla sağlanabilecek bir planlamanın yerine, çocukların anne karnında veya doğduktan sonra katledilmesi yöntemiyle nüfus planlaması yapılmaktadır...
Dünyanın en kalabalık ülkesi olan Çin, sosyal güvenliğini sağlayabilmek için uzun yıllardır aile planlamasına özel bir "önem" vermekte ve bunu çeşitli kanuni yaptırımlarla düzenlemeye çalışmaktadır. Ne var ki Allah korkusunun olmadığı, dini ve manevi tüm değerlerin yok sayıldığı bir toplum yapısında böyle bir düzenleme büyük bir vahşete dönüşebilmektedir. Çin'de ailelerin bilinçlendirilmesi ve çeşitli tıbbi yöntemlerle kolaylıkla sağlanabilecek bir planlamanın yerine, çocukların anne karnında veya doğduktan sonra katledilmesi yöntemiyle nüfus planlaması yapılmaktadır. Kuşkusuz bu, dinden uzak yaşayan, manevi değerlerini yitirmiş bir toplumun içine düştüğü duyarsızlık ve vicdansızlığın boyutunu gösteren ibret verici bir durumdur.

Hiç kimse Çin'de tam olarak kaç kadının zorla kürtaja maruz kaldığını bilmemektedir, ama bu oran %1 dahi olsa, bu durumda milyonlarca çocuğun katledilmiş olduğu ortaya çıkmaktadır.

1998 yılında Çin'den ABD'ye iltica eden ve yaşadığı bölgede "aile planlamasından" sorumlu olan Gao Xiao Duan isimli yetkilinin itirafları tüm dünya kamuoyunun dikkatini bir kez daha Kızıl Çin'in bu ilkel uygulamasına çekti. Çin'de kadınların çocuk sahibi olmamaları için nasıl zorla kısırlaştırıldıklarına, annelerinin karnından alınan çocukların nasıl ölüme terk edildiğine şahit olan Duan yaşadığı olayları yaptığı basın toplantısında tüm dünyaya anlatmıştı. Anlattığı olaylardan birinde 9 aylık hamile olan bir kadının evraklarının üzerinde "doğum yapamaz" ibaresi yazılı olduğu için çocuğunun nasıl elinden alındığını şöyle dile getirmişti:

Ameliyat odasında, alınan çocuğun dudaklarını nasıl emdiğini, kollarını nasıl gerdiğini gördüm. Bir doktor zehiri beynine enjekte etti, çocuk öldü ve bir çöp kovasına atıldı. (Sunday Telegraph, 14 Haziran 1998)

Çocuk katliamının bir başka örneği de, Çin'deki iletişim ve haberleşme yasaklarına rağmen dünya basınına yansıyan Hubei eyaletinin Caidian köyünde yaşanan olaydır. İngiliz The Times gazetesinde, tüm dünya kamuoyunu dehşete düşüren bu vahşet şu şekilde aktarılmıştır:

Dünya kamuoyu tarafından dehşetle karşılanan bu olayda, bir bebek doğar doğmaz Çinli yetkililer tarafından ailesinin gözü önünde boğularak öldürülmüştür. Aile planlaması politikasına rağmen dördüncü çocuğuna hamile kalan bir anneye, önce çocuğunu öldürmek üzere iğneyle ilaç verildi. Ancak buna rağmen çocuk sağlıklı doğunca, doğumun ardından çocuğun babasına çocuğunu hastanenin dışında öldürmesi için emir verildi. Çocuğunu öldürmeyi reddeden baba, çocuğu bir binanın girişine bırakıp kaçtı. Kısa bir süre sonra bebeği bulan bir doktor, annesine teslim etti ve çocuğun ve annenin tedavisini yaptıktan sonra evlerine gönderdi. Ancak evlerine gittiklerinde nüfus planlama dairesinin yetkilileri onları beklemekteydi. Bebeği zorla alan yetkililer, ailesinin gözleri önünde bir pirinç tarlasında çocuğu boğarak öldürdüler. (The Times, 24 Ağustos 2000)

Çin'de ve özellikle Doğu Türkistan'da izlenen aile planlaması politikasını ele alırken üzerinde durulması gereken önemli bir diğer husus da, Çin hükümetinin bu politikayı savunurken öne sürdüğü gerekçelerdir. Bu gerekçelerden en dikkat çekeni ise "daha kaliteli bir millet oluşturmak" sloganıdır. Bu Darwinist slogan daha çok faşist yönetimlerde karşımıza çıkmaktadır ve 19. yüzyılda ortaya atılan öjeni teorisinin Çin'deki bir uygulamasıdır. Öjeni teorisi, sakat ve hasta insanların ayıklanması ve sağlıklı bireylerin çoğaltılması yoluyla bir insan ırkının "ıslah edilmesi" anlamına gelmektedir. Öjeni teorisinin tarihteki en ünlü uygulaması ise Nazilerin Ari Irk oluşturmak için işledikleri sistemli cinayetlerdir. (Detaylı Bilgi İçin Bkz. Darwinizm'in Kanlı İdeolojisi: Faşizm, Harun Yahya, Global Yayıncılık, 2001)

Elbette söz konusu uygulamanın Müslümanlara yönelik yüzü çok daha ciddi boyutlar içermektedir. Müslümanlar söz konusu olduğunda acımasızlık ve zalimlik iyice sınır tanımaz hale gelmektedir. Zaman zaman Çinli ailelerin fazla çocuk yapmalarına göz yumulabilmekte ya da çok hafif cezalara çarptırılmaları yeterli görülmektedir. Müslümanların birden fazla çocuk sahibi olmalarına ise hiçbir koşulda izin verilmemektedir. İkinci çocuğu olacak Müslüman kadınlar, hamileliğinin sekizinci, dokuzuncu ayında bile olsa evlerinden alınıp götürülmekte ve çocukları zorla alınmaktadır. Hatta Çin birlikleri çoğu zaman köy köy, kasaba kasaba dolaşıp ikinci çocuğu olacak kadınları kamyonlara doldurup götürmektedir. Son derece ilkel koşullarda gerçekleştirilen kürtajlar neticesinde ise genellikle yalnızca bebekler değil, anneleri de hayatlarını kaybetmektedir.

Nitekim bu politika neticesinde son dokuz yıl içerisinde Doğu Türkistan'da doğum oranları %19 oranında azalmıştır. (Agence France Presse, 18 Ağustos 2000) Bu şekilde hayatını kaybeden yüzlerce Doğu Türkistanlı Müslüman kadından ikisinin hikayesini Doğu Türkistan halkının merhum lideri İsa Yusuf Alptekin'in oğlu Arslan Alptekin şöyle anlatmaktadır:

6 Mayıs 1986 tarihinde Turahan Ayşem isimli 29 yaşındaki bir kadın kendisine yapılan kürtaj sonrası kan kaybından ölmüştür. Ağustos 1997 tarihinde Doğu Türkistan'ın Toksu ilçesinde Çolpanhan isimli bir kadın hamile olduğu için kürtaja zorlanmış, ayrıca kocası da 3.000 yuan para cezasına çarptırılmıştır... Zorla evden alınan kadın, bir fırsatını bularak sağlık merkezinden kaçmış ve bir mezarlığa sığınarak kendi başına doğum yapmıştır. Daha sonra başka bir şahıs tarafından alınarak evine getirilen Çolpanhan, bir ihbar üzerine tekrar yakalanmış ve götürüldüğü polis merkezinde bebeği sıcak suya batırılmak suretiyle katledilmiş, bu acıya dayanamayan anne de ölmüştür. (Yeni Asya, 3 Şubat 2001)

Doğu Türkistan'dan ismini vermek istemeyen bir yetkili ise, 200 bin nüfuslu bir kasabada 35 bin hamile kadının hükümet kontrolüne tabi tutulduğunu, bunların 686'sının kürtaj yaptırmaya mecbur bırakıldığını, 993'ünün hamileliklerine engel olunduğunu, 10.708'inin de kısırlaştırıldığını dile getirmektedir. Yine aynı yetkilinin bildirdiğine göre, 180 bin nüfuslu bir başka kasabada, sadece 1.000 kadına doğum yapması için izin verilmiştir. Bu da 35 kadında bir kadının doğum yapabilmesi anlamına gelmektedir. Aynı kasabada 40 kişi ise, eşi hamile olduğu için işten atılmıştır. (East Turkistan Information Bulletin, 6 Eylül 1999)

Yukarıda anlatılan vahşi nüfus planlamasının benzerleri, tarihte kendi ideolojilerini hakim kılmak, iktidarlarını sağlamlaştırmak için pek çok diktatör ve zalim yönetici tarafından uygulanmıştır. Bu zalimlerden biri de, kendi batıl dinini tanımayan ve Allah'a iman eden halkına yaptığı işkencelerle tarihe geçmiş olan Firavun'dur. Firavun da tıpkı Kızıl Çin'in inkarcı liderleri gibi, iman edenlerin sayısının artmasını ve onlar üzerindeki hakimiyetinin zayıflamasını engellemek için, bu insanları güçten düşürüp, zayıf bırakmış ve çocuklarını katletmiştir.

Çocuklarını Yalnızca Kız Oldukları İçin Katleden Çinli Aileler

Çin'de komünistlerin iktidarı ele geçirdikleri günden beri yaptıkları din karşıtı propagandalar ve dinin yaşanmasına karşı aldıkları katı tedbirler Çin halkını maddi ve manevi alanda büyük bir çöküşe sürüklemiştir. İnsanların hayvan sürüleri gibi görüldüğü, vahşetin son derece olağan karşılandığı bu ortam ile Kuran'da anlatılan inkarcı toplumların benzerliği ise oldukça dikkat çekicidir. Bu benzerliklerden birisi de kız çocuğu sahibi olanların, toplum içinde kız çocuklarının itibar görmediği düşüncesi ile çocuklarını kendi elleri ile öldürmeleridir. Kuran'da cahiliye toplumunun bir özelliği olarak anlatılan ve şiddetle kınanan bu vahşi uygulama, bugün Allah inancından uzak yaşayan Çin toplumu içerisinde oldukça yaygındır.

Zorunlu aile planlaması uygulamaları, Çin'in din dışı gelenekleri ile birleşince pek çok ailenin yeni doğan kız çocuklarını kendi elleri ile öldürmelerine neden olmaktadır. Kanunlara göre tek çocuk sahibi olma hakkı olan Çinli aileler, ilk çocukları eğer kız olursa çoğu zaman bu çocuğu ölüme terk etmektedirler. Çünkü Çin geleneklerine göre erkek çocuk daha değerli görülmektedir ve ilk çocukları kız olursa erkek çocuk edinme imkanlarını tamamen kaybedecek olan aileler bunu engellemek için kızlarını öldürmektedirler. Çin'de bu nedenle her yıl 1 milyona yakın kız çocuğunun ölüme terk edildiği tahmin edilmektedir. (Yeni Binyıl gazetesi, 25 Ağustos 200)

Devamını okuyun...>>

8 Eylül 2009 Salı

Ahlaki Çöküntünün Kökeninde "Darwinizm ve İnançsızlık" Yatar

Günümüzde dünya çapında özellikle gençler arasında ve toplumların belirli kesimlerinde, giderek sınırı daha da aşan, ahlaki değerleri göz ardı eden bir anlayışın yaygınlaşması, insanların Darwinist telkinler sonucu din ahlakından uzaklaşmalarının bir sonucudur. Kendilerini başıboş bırakılmış gören ve kimseye hesap vermeyeceklerini zanneden insanlar, her geçen gün daha da dejenere bir yapı göstermektedirler. Nitekim dikkatli bir gözle incelendiğinde, Darwinist zihniyetin neden olduğu derin tahribatın izleri hemen fark edilebilir. İnsanların, yardımlaşma, fedakarlık, saygı ve sevgi bağları olmadan, birbirlerinden kopuk yaşamalarının, sözde ilerlemenin ve uygarlaşmanın bir sonucu olduğu toplumlara telkin edilmektedir. Daha fazla üretim ve gelişme için böyle bir sonuca katlanılması gerektiği yalanı sık sık tekrarlanmaktadır. Gerçekte ise bu, gelişmenin ve uygarlığın değil, insanların kendilerini "hayvan seviyesi"ne getirmelerinin bir sonucudur. Oysa insan, Allah'ın akıl, bilinç, vicdan ve ruh sahibi olarak yarattığı, tüm diğer canlılardan bu özellikleri ile tamamen ayrılan bir varlıktır. Ancak Darwinist-materyalist ahlakın büyüsü altındaki bazı insanlar bu özelliklerini unuturlar ve çoğu zaman hayvanlarda dahi görülmeyecek basitliklere, ahlaksızlıklara, vicdansızlıklara ve şuursuzluklara tenezzül ederler. Sonra da "Bizim soyumuz zaten hayvan, bunlar da onlardan kalan genetik miras" diyerek, kendi iradesizliklerine ve şuursuzluklarına sözde bilimsel bir zemin hazırlarlar. Burada şu gerçeği hatırlatmak gerekir: Bazı kimseler, insanların kendi koydukları kurallarla da ahlaki değerlerin korunabileceğini, toplumsal düzenin sağlanabileceğini düşünebilirler. Ancak bu tespit kısmen doğrudur. Elbette, toplum düzenini sağlayan kanunlar ve kurallar olması şarttır. Ve bu kurallar, ahlaki değerlerin muhafaza edilmesinde yardımcı olurlar. Ancak bu kurallara tam anlamıyla uyulması, düzenin herkesin razı ve rahat olacağı şekilde korunması ancak Allah'a ve ahiret gününe imanın getirdiği güzel ahlakla mümkündür. Bu nedenle geniş bir kültürel faaliyet yürütülerek insanların inançları güçlendirilmelidir. Bilimsel bulguların yaratılış gerçeğini gösterdiği son teknolojik imkanlar kullanılarak insanlara ulaştırılmalıdır. Allah’ın yaratılış sanatını gören insanlar elbette ki, kendilerini Cenab-ı Hakk’a karşı sorumlu hissedecekler ve O’nun kendileri için seçip beğendiği güzel ahlakı yaşayacaklardır. Böyle insanların oluşturduğu toplumlar da Allah’ın izniyle birlik ve beraberlik içinde, güçlü, modern, hoşgörülü olacaktır. Gerçek anlamda, bilimin ve sanatın gelişmesi, insana verilen değerin artması, eğitim ve sağlık hizmetlerinin son derece yaygınlaştırılması, kalitenin ve yaşam standartlarının artması yine böyle toplumlarda mümkün olabilecektir. Günümüzde dünya çapında özellikle gençler arasında ve toplumların belirli kesimlerinde, giderek sınırı daha da aşan, ahlaki değerleri göz ardı eden bir anlayışın yaygınlaşması, insanların Darwinist telkinler sonucu din ahlakından uzaklaşmalarının bir sonucudur. Kendilerini başıboş bırakılmış gören ve kimseye hesap vermeyeceklerini zanneden insanlar, her geçen gün daha da dejenere bir yapı göstermektedirler. Nitekim dikkatli bir gözle incelendiğinde, Darwinist zihniyetin neden olduğu derin tahribatın izleri hemen fark edilebilir. İnsanların, yardımlaşma, fedakarlık, saygı ve sevgi bağları olmadan, birbirlerinden kopuk yaşamalarının, sözde ilerlemenin ve uygarlaşmanın bir sonucu olduğu toplumlara telkin edilmektedir. Daha fazla üretim ve gelişme için böyle bir sonuca katlanılması gerektiği yalanı sık sık tekrarlanmaktadır. Gerçekte ise bu, gelişmenin ve uygarlığın değil, insanların kendilerini "hayvan seviyesi"ne getirmelerinin bir sonucudur. Oysa insan, Allah'ın akıl, bilinç, vicdan ve ruh sahibi olarak yarattığı, tüm diğer canlılardan bu özellikleri ile tamamen ayrılan bir varlıktır. Ancak Darwinist-materyalist ahlakın büyüsü altındaki bazı insanlar bu özelliklerini unuturlar ve çoğu zaman hayvanlarda dahi görülmeyecek basitliklere, ahlaksızlıklara, vicdansızlıklara ve şuursuzluklara tenezzül ederler. Sonra da "Bizim soyumuz zaten hayvan, bunlar da onlardan kalan genetik miras" diyerek, kendi iradesizliklerine ve şuursuzluklarına sözde bilimsel bir zemin hazırlarlar. Burada şu gerçeği hatırlatmak gerekir: Bazı kimseler, insanların kendi koydukları kurallarla da ahlaki değerlerin korunabileceğini, toplumsal düzenin sağlanabileceğini düşünebilirler. Ancak bu tespit kısmen doğrudur. Elbette, toplum düzenini sağlayan kanunlar ve kurallar olması şarttır. Ve bu kurallar, ahlaki değerlerin muhafaza edilmesinde yardımcı olurlar. Ancak bu kurallara tam anlamıyla uyulması, düzenin herkesin razı ve rahat olacağı şekilde korunması ancak Allah'a ve ahiret gününe imanın getirdiği güzel ahlakla mümkündür. Bu nedenle geniş bir kültürel faaliyet yürütülerek insanların inançları güçlendirilmelidir. Bilimsel bulguların yaratılış gerçeğini gösterdiği son teknolojik imkanlar kullanılarak insanlara ulaştırılmalıdır. Allah’ın yaratılış sanatını gören insanlar elbette ki, kendilerini Cenab-ı Hakk’a karşı sorumlu hissedecekler ve O’nun kendileri için seçip beğendiği güzel ahlakı yaşayacaklardır. Böyle insanların oluşturduğu toplumlar da Allah’ın izniyle birlik ve beraberlik içinde, güçlü, modern, hoşgörülü olacaktır. Gerçek anlamda, bilimin ve sanatın gelişmesi, insana verilen değerin artması, eğitim ve sağlık hizmetlerinin son derece yaygınlaştırılması, kalitenin ve yaşam standartlarının artması yine böyle toplumlarda mümkün olabilecektir.


Devamını okuyun...>>

Anti Darwinist Faaliyet Niçin Önemlidir?

Darwinizm hakkında yeterli bilgiye sahip olmayan ya da konuyu detaylı olarak incelememiş olan kimseler, Darwinizm’in nasıl bir tehlike olduğunun farkına varamayabilir. Günümüzde insanlığa acı veren ve eziyet çektiren sosyal problemlerin ve ahlaki dejenerasyonun temelinde evrim teorisinin bulunduğunu göremeyebilirler.

Darwinist düşüncenin yaklaşık 1.5 asırdır insanlığa verdiği zararın farkında olmadıkları için de Darwinizm ile yapılan fikri mücadelenin ne kadar hayati olduğunu bir türlü anlamıyor olabilirler. Oysa Darwinist ideoloji, (Yüce Allah’ı tenzih ederiz) Allah’ın varlığını ve Yaratılış gerçeğini inkar eder. İnsanların Rabbimiz’e karşı sorumlu olduklarını unutturmaya çalışır. İnsanlara, sözde kör tesadüflerin eseri olan bir tür hayvan olduklarını telkin ederek, onları orman kanunlarına göre yaşamaya teşvik eder. Tüm bu nedenler dolayısıyla da Darwinizm’e karşı fikri mücadele yürütmek büyük önem taşımaktadır.

Kainattaki mükemmel dengenin ve canlılığın tesadüfen var olduğu yalanını ortaya atan Darwinizm, materyalizmin de bel kemiğidir. Bu sapkın inanış insanları ruh sahibi bir varlık değil, biraz daha gelişmiş bir hayvan türü olarak gösterir. Darwinist ideoloji insanların arasında sevgi, merhamet ve şefkate dayalı bir ilişki değil, acımasız, bencil ve kavgaya dayalı bir ilişkiyi temel alır. Dolayısıyla Darwinizm’in ideolojik yapısının hakim olduğu yerlerde kaçınılmaz olarak çatışma hakim olacaktır. Çünkü bu tehlikeli ideoloji, merhamet, sevgi, şefkat, saygı gibi hisleri sözde evrim sürecini gerileten ve ortadan kalkması gereken engeller olarak görür. Ancak bazı kesimler Darwinizm’in tüm bu tehlikeli etkilerine rağmen anti-Darwinist faaliyetleri önemsiz görme yanılgısına düşmektedirler.

Darwinizm’le Mücadeleyi Önemsiz Görme Yanılgısı

Bilimsel olarak çökertildiği halde ideolojik sebeplerle devam ettirilen ve tarihi bir sahtekarlık olan Darwinizm tehlikesini fark etmeyip, bunun zararsız olduğunu düşünmek, kabul edilemez. Başlangıcı Sümerlere dayanan bu mantık dışı ideoloji, canlılığın ortaya çıkışını materyalist izahlarla açıklamaya çalışan başarısız bir teoriden ibaret değildir. Asıl amacı, (Yüce Allah’ı tenzih ederiz) Yaratıcı’nın varlığını inkar etmek olan bu sapkın pagan dini, toplumları Allah inancından uzaklaştırmaya çalışarak, onlara amaçsız var oldukları telkinini vererek, özellikle 20. yüzyılda masum insanların kanlarının dökülmesine sebep olan bir tetikleyicidir. Darwinizm ideolojisinin bu kanlı etkisi, günümüzde de halen devam etmekte, dünya çapında devam eden terör ve şiddet eylemleri, bu sapkın teori ile beslenmektedir. Dolayısıyla, Darwinizm’le mücadele, toplumların huzurunun sağlanabilmesi ve Kuran ahlakının dünyaya hakim olabilmesi için hayati önem taşımaktadır.

Darwinizm Birçok Devlet Tarafından Resmi Olarak Desteklenmektedir

Halihazırda dünya devletlerinin çoğu Darwinizm’i resmi bir ideoloji olarak benimsemiştir ve çeşitli yollarla bu sapkın ideolojinin savunuculuğunu yapmaktadır. Darwinist eğitim, devletlerin resmi kurumları tarafından desteklenmekte, (Allah’ı tenzih ederiz) Allah inancına başkaldıran sahte bir eğitim verilmektedir. Dinsizliği körükleyen bu ideolojinin yanında ise, Allah inancını anlatmak resmi olarak yasaklanmaktadır. Darwinizm’i savunmayan profesörler aniden görevlerinden alınmakta ve neredeyse hiçbir kurumda görevlendirilmemektedirler. Tüm dünya, Darwinist diktatörlüğün hakimiyeti altındadır. Evrim teorisini savunmayan bir kişinin bilim adamı sıfatını alması neredeyse imkansızdır. Darwinist ir profesör asistanını kendisi gibi Darwinist materyalist kişilerden seçmekte, Darwinist olmayanı asla tercih etmemekte, hatta üniversiteden uzaklaştırmaya çalışmaktadır.

Bazı çevreler ise, anti-Darwinist faaliyetlerin önemini gerektiği gibi kavrayamamakta ve bu alanda yapılan çalışmalara yeterli ciddiyetle bakmamaktadır. Bu çevreler, yetersiz eğitimin bir sonucu olarak, güya Darwinizm’in zararsız bilimsel bir teori olduğu yanılgısına düşmektedirler. Ancak bu kişiler Allah inancının ve İslam’ın yaygın olduğu topraklarda komünist, materyalist, dinsiz bir sistemin oluşmasını imkansız görerek, Darwinist ideolojilerin yayılmasına izin vermenin tehlikesini gözardı etmişlerdir. Oysa bu çok büyük bir yanılgıdır. Tarihte bu yanılgıya düşen halkların uğradıkları hezimet, anti-Darwinist, anti-materyalist faaliyetlerin önemini bir kez daha vurgulamaktadır.

Peygamberler, Allah İnancına Karşı Geliştirilen Sahte Putları Yok Etmişlerdir

Tarihe baktığımızda da, peygamberlerin hiçbirinin toplumların putlarına göz yummadıklarını görürüz. Örneğin Hz. İbrahim (a.s.) kavminin putlara tapmasını engellemek için putları kırmıştır. Allah Kuran’da bu durumu şu şekilde haber verir:

“Böylece o, yalnızca büyükleri hariç olmak üzere onları paramparça etti; belki ona başvururlar diye. “Bizim ilahlarımıza bunu kim yaptı?” (Enbiya Suresi, 58-59)

“Dediler ki: “Ey İbrahim, bunu ilahlarımıza sen mi yaptın?” “Hayır” dedi. “Bu yapmıştır, bu onların büyükleridir; eğer konuşabiliyorsa, siz onlara soruverin.” Bunun üzerine kendi vicdanlarına başvurdular da; “Gerçek şu ki, zalim olanlar sizlersiniz (biziz)“ dediler. Sonra, yine tepeleri üstüne ters döndüler: “Andolsun, bunların konuşamayacaklarını sen de bilmektesin.” Dedi ki: “O halde, Allah’ı bırakıp da sizlere yararı olmayan ve zararı dokunmayan şeylere mi tapıyorsunuz?” “Yuh size ve Allah’tan başka taptıklarınıza. Siz yine de akıllanmayacak mısınız?”” (Enbiya Suresi, 62-67)

Yukarıdaki ayetlerden anlaşıldığı gibi, Hz. İbrahim (a.s.) sadece putları kırmakla kalmamış, bunu yaparken, halka putların hiçbir gücü olamayacağını tam kavratacak, akılcı bir yol seçmiştir. Halkın vicdanını harekete geçirerek, belki de hiç düşünmedikleri bir yönden düşünmeye onları yöneltmiştir.

Aynı şekilde Hz. Musa (a.s.) da kavminden uzak olduğu dönemde yine eski sapkın inançlarının etkisine giren kavminin putlarını yok etmiştir. Hz. Musa (a.s.), kavminin putu olan buzağı heykelini yakmış, darmadağın etmiş, sonra da denize savurmuştur. Bu değerli peygamberimiz kavminin bir daha putlara tapınmaya dönmemesi için böyle sağlam bir tedbir almıştır. Allah, Kuran’da bu durumu şu şekilde haber verir:

(Musa) Dedi ki: “Ya senin amacın nedir ey Samiri?” Dedi ki: “Ben onların görmediklerini gördüm, böylece elçinin izinden bir avuç alıp atıverdim; böylelikle bana bunu nefsim hoşa giden (bir şey) gösterdi.” Dedi ki: “Haydi çekip git, artık senin hayatta (hakettiğin ceza: “Bana dokunulmasın”) deyip yerinmendir.” Ve şüphesiz senin için kendisinden asla kaçınamayacağın (azab dolu) bir buluşma zamanı vardır. Üstüne kapanıp bel bükerek önünde eğildiğin ilahına bir bak; biz onu mutlaka yakacağız, sonra darmadağın edip denizde savuracağız. Sizin İlahınız yalnızca Allah’tır ki, O’nun dışında ilah yoktur. O, ilim bakımından her şeyi kuşatmıştır.” (Taha Suresi, 95-98)

Peygamberimiz (sav) de, kavmini putlara karşı uyarmış ve onların herhangi bir güçleri olmadığını anlatmıştır. Yüce Allah, Kuran’da bu durumu şu şekilde bildirir:

Gördünüz mü-haber verin; Lat ve Uzza’yı. Ve üçüncü (put) olan Menat’ı(n herhangi bir güçleri var mı)? (Necm Suresi, 19-20)

“Bu (putlar ise,) sizin ve atalarınızın (kendi istek ve öngörünüze göre) isimlendirdiğiniz (keyfi) isimlerden başkası değildir. Allah, onlarla ilgili ‘hiç bir delil’ indirmemiştir. Onlar, yalnızca zanna ve nefislerinin (alçak) heva (istek ve tutku) olarak arzu ettiklerine uyuyorlar. Oysa andolsun, onlara Rablerinden yol gösterici gelmiştir.” (Necm Suresi, 23)

Yukarıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi, bir müminin yapması gereken, toplumun put edindiği şeyleri, tam anlamıyla ve geri dönüşü olmayacak şekilde yok etmektir. Şu anda dünya çapında dinsizlik tehlikesinin dayanağı olan put, Darwinist-materyalist ideolojidir. Bu kanlı ideolojiye karşı sessiz kalmak ve onu yok kabul etmek daima kötü sonuçlar getirmiştir. Unutmamak gerekir ki karanlığın içinde gözleri kapamakla karanlık ortadan kalkmaz. Karanlığın var olmadığını düşünerek de karanlık yok olmaz. Karanlığı ortadan kaldırmak için, ışık yakmak gerekir. Şu anda yakılması gereken ışık da, anti-Darwinist, anti-materyalist yönde yapılacak olan ilmi mücadeledir.

Sayın Adnan Oktar’ın 30 yıldır süren anti-materyalist, anti-Darwinist faaliyetleri vesilesiyle evrim teorisi artık bilimsel ve fikri olarak yerle bir edilmiştir. Başta Türkiye olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde insanlar büyük bir aldatmaca ile karşı karşıya olduklarını anlamışlardır. Dünya çapında Allah’a inananların oranı artmış ve İslam dini de bu vesile ile tüm dünyada hızlı bir yükselişe geçmiştir. Darwinizm adı verilen 150 senelik bu kabus insanlık üzerinden tamamen kalktığı anda ise dünyada Allah’a imanın getirdiği güzelliklerin hakim olacağı yeni bir çağ başlayacaktır. Bu çağ, insanların Hz. İsa (a.s.)’nın yeniden yeryüzüne gelişini ve Hz. Mehdi (a.s.)’nin zuhurunu, gördükleri dönemde gerçekleşecek olan Altın Çağ’dır. Dolayısıyla, Müslümanların bu tehlikeli ideolojiye karşı sessiz kalması kabul edilemez. Her Müslümanın yapması gereken, Darwinizm’in karanlık yüzünü anlatarak, insanları Kuran ahlakına davet etmektir.

Darwinizm Neden Tehlikelidir?

Darwinizm, Kuran ahlakına uygun olmayan tüm akımların ortak dayanak noktasıdır. Özellikle 20. yüzyılda Darwinist ideolojinin yaygınlaşması ile savaşlar, katliamlar, anarşi ve terör tüm dünyayı sarmıştır. Darwinist ritüellerle eğitilen toplumlara dinsizlik, ahlaksızlık, anarşi ve şiddet telkin edilmiş, yeterli eğitimi alamayan fertler adeta birer suç makinesi haline getirilmiştir. Bu telkinle yola çıkarak, diğer halkları sözde evrimsel süreçte kendinden aşağı gören insanlar, vahşi doğa kanunlarını ve acımasızlığı diğer insanları ezmek için kullanmışlardır.

Darwinizm, Komünizm ve Terör İç İçedir

Darwinizm, komünizm, materyalizm, şiddet ve terör birbirlerinden ayrılmaz bir bütündür. Darwinizm, insanları gayesiz birer hayvan olarak gördüğünden, bu anlayışı benimseyen insanları isyana, kavgaya, başıbozukluğa, sevgisizliğe, bencilliğe ve ahlaksızlığa yöneltir. İnsanı insan yapan değerlerden uzaklaştırılan, hayatın mücadeleden ibaret olduğu yönündeki Darwinist telkinlerle yetiştirilen insanlar için artık ailenin, din ahlakının, namus ve şerefin bir önemi kalmamakta, bu insanlar her türlü sapkın ideoloji ve akımın peşinden gidebilmektedirler. Nitekim Darwinizm’i temel alan akımlar, geçtiğimiz yüzyılda en büyük yıkımların, savaşların, terör eylemlerinin, kitle katliamlarının, soykırımların sebebi olmuştur.

Türk Devleti’nin bölünmez bütünlüğünü hedef alan en önemli tehdit olan bölücü terör, doğrudan komünist ideolojiye dayanmaktadır. Materyalizme ve Darwinizm’e dayanan bu sapkın ideoloji, ahlak, mukaddesat ve maneviyat gibi kavramları reddetmekte, insanların sadece maddi varlıklarını esas almakta, insanları bir çeşit hayvan olarak görmektedir. Nitekim tarihte kanlı komünist ve faşist diktatörler, tüm ideoloji ve eylemlerini Darwinizm’e dayandırmışlardır.

Karl Marks, Darwinizm ile komünizm bağlantısını şu şekilde açıklamıştır:

“Darwin’in yapıtı büyük bir yapıttır. Tarihteki sınıf mücadelesinin doğa bilimleri açısından temelini oluşturuyor.” (Marks Engels Mektuplar, cilt 2, s.126)

Lenin ise şöyle demektedir:

“Marks’ın teorisinin tümü, evrim teorisinin, en tutarlı, en tam, en düşünülmüş ve özlü biçimiyle çağdaş kapitalizme uygulanmasıdır.” (Robert M. Young, Darwinian Evolution and Human History)

Terör, temeli Darwinizm’e dayanan bölücü ideolojilerin hedefe ulaşmak için kullandığı etkin bir yöntemdir. Komünist liderler terörü vazgeçilmez bir silah olarak taraftarlarına tavsiye etmişlerdir. Bölücü terör örgütünün bütün yöntemleri komünist ideolog ve liderlerin tavsiyeleri doğrultusundadır. Darwinizm ile beslenen aynı terör, ülkemizin başındaki en büyük belalardandır. Bebek katili Abdullah Öcalan ise,

Darwin’in sapkın öğretilerine hayranlığı ile bilinmektedir:

“PKK, Marksizm-Leninizm geleneğine uygun bir gelişme yaşamıştır. Bundan sonrası açık ki etle tırnak gibi birbirinden ayrılmayan bu miras üzerine gerçekleşecektir.”

Darwinist İdeolojinin Etkisinde Kalan Ülkeler, Tarihin En Karanlık ve Kanlı Dönemini Yaşamışlardır

Bu tarihi sahtekarlığın ideolojik olarak halkın arasında kabul edilmeye başlanması ile Ürdün, Irak, Libya, Suriye ve Yemen gibi ülkelerde teşkilatlanan Baas Partisi, bu ülkelerde komünist bir siyasi yapının oluşmasına neden olmuştu. Söz konusu ülkelerde, akademik, siyasi, askeri ve bürokratik kadrolar, koyu Stalinist parti kadrolarından yetiştirilmişti. Baas Partisi en küçük organından en yüksek organına kadar Leninist bir yapılanmaya sahipti. Saddam Hüseyin, Baas Partisi’nin önde gelen bir militanıydı. Bu partinin üyesi olarak Darwinizm ve materyalizm temelli askeri eğitim almıştı. Ardından parti içi bir devrimle Irak’ta yönetimi ele geçirmişti. Bunun ardından Irak’ta yaşanan katliamlar, Irak’ın işgal edilmesinin ardından da günümüze kadar devam etmiştir. Yaşanan bu kanlı tarihin başlangıcına baktığımızda, temel nedenin Darwinist-materyalist-komünist propaganda olduğu, bu sapkın ideolojilerin sakıncasız görülmesi ve dolayısıyla etkili bir anti-Darwinist propagandanın yürütülmemesi olduğunu görürüz. Bu tehlikeli ideoloji, toplumlar arasında sinsi şekilde kök salmış ve zaman içinde eğitim sistemine de işlenerek Irak topraklarını kana bulamıştır.

Baas Partisi’nin komünist liderlerinden bir diğeri de Suriye’de birçok Müslümanın kanını döken Hafız Esad’dır. Hafız Esad da Sovyetler Birliği’nde Darwinist-materyalist eğitim almış ve yönetime gelmesinin hemen ardından ülkede iç çatışmaların baş göstermesine neden olmuştur. Ayrıca 1982 yılında bazı şaibeli suikastler bahane edilerek Suriye Gizli Servisi ülkedeki Müslümanlar üzerinde operasyonlara başlamıştır. Hafız Esad’ın emri ile başlayan bu operasyonlarda 150.000-200.000 arası sivilin katledildiği hesaplanmaktadır. Hafız Esad rejimi sırasında bölücübaşı Abdullah Öcalan ve PKK da bu ülkeden lojistik destek almışlardır. Ancak Suriye, Hafız Esad’ın ölümünün ardından, oğlu Beşar Esad’ın yönetime gelmesiyle birlikte büyük bir değişim içerisine girmiştir. Daha ılımlı, daha demokrat, daha modern bir ortamın oluştuğu Suriye, Türkiye ile de daha yakın ve iyi ilişkiler kurmuş, Türk İslam Birliği’ni isteyen, bölgedeki tüm ülkelerle dostane ilişkiler içinde olmayı hedefleyen bir siyaset izlemeye başlamıştır.

Darwinist ideolojinin etkisi altındaki yöneticilerin ülkelerine getirdikleri hep aynıdır: Anarşi, karmaşa ve katliam. Buna bir başka örnek Mısır’dır. Cemal Abdul Nasır, Mısır’da 1952 yılında ihtilal yapmış, Kral Faruk’u devirmiş ve 20 yıl ülkeyi yönetmiştir. Ülkede Nasırizm adında Darwinist-Stalinist bir milliyetçilik ideolojisi geliştirmiştir. Döneminde Müslüman halk üzerinde ciddi baskı kurmuş, binlerce Müslüman alim idam edilmiş ve işkence görmüştür.

Darwinizm Etkisi Altında Başlatılan Sömürgecilik Faaliyetleri

Darwinist-materyalist ideolojinin medeniyetle bağdaştırılmaya çalışılması ise tam bir aldatmacadır. Bu aldatmaca doğrultusunda başlatılan sömürgecilik faaliyetleri ile Batılı ülkeler, sömürgeleştirdikleri birçok ülkenin halklarına adeta hayvan muamelesi yaparak buralara felaketler getirmişlerdir. Sömürgeciler kendilerini sömürgeleştirdikleri toplumlardan sözde üstün görürler. Bu aşağı görülen toplumların ise, yaşama haklarının olmadığı görüşündedirler. Bu bakış açısıyla sömürgeleştirilen onlarca devlet, uzun yıllar baskı ve zulüm görmüş, iç çatışmalarla zayıflamıştır. Bu sapkın bakış açısının etkileri, söz konusu ülkelerde hala devam etmekte, iç çatışmalar yine Darwinizm taraftarları tarafından teşvik edilmektedir.

Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi, Darwinist-materyalist ideolojinin tehlikeli yönü çok net bir şekilde ön plana çıkartılıp, halkın bilgilendirilmesi hayati önem taşımaktadır. Evrim sahtekarlığının bilimsel bir teoriymiş gibi eğitime dahil edilmesi, son derece tehlikeli bir fitnedir. Darwinist ideolojinin etkisiyle, geçtiğimiz 150 yılda Allah inancından uzak, amaçsız ve sorumsuz yaşadığını zanneden toplumlar yetişmiştir. Darwinizm, geçtiğimiz 150 yılın en büyük pagan inancı olarak Allah inancının yayılmasının önünde engel oluşturmuştur. Dolayısıyla, bu sapkın pagan dininin faaliyetlerine göz yumulması, samimi bir dindar tarafından asla kabul edilemez. Yapılması gereken, Darwinizm ritüellerinin sapkınlığını tam olarak açıklamak ve batıl Darwinizm ideolojisini açıkça yerle bir etmektir.

Darwinizm’i çürüten bilimsel gerçeklerden bahsetmeksizin, kanlı terörün kaynağı olan sapkın Darwinizm dinini savunmak, Türk düşmanı Darwin’i övüp yad etmek, Türk milletini hem oyalamak hem de aldatmaktır. İnsanlarımız artık Darwinizm’in bir aldatmaca olduğunu, bilimsel olarak çürütülmüş olduğunu bilmektedirler. Kesin bilimsel gerçekler karşısında onları bir aldatmacaya inanmaya zorlamak sonuç vermeyecektir. Dolayısıyla yapılması gereken tüm bilimsel gerçekler ışığında sapkın bir din olan Darwinizm’in çürümüş olduğunu kabul etmektir.

Darwınizm’i Diriltme Telaşı Devam Ediyor

Türk Milleti‘nin % 95’i Darwinizm’e inanmıyor ve Darwinizm’e karşı. Buna karşın, Türk Milleti‘nin bütününden toplanan vergilerden elde edilen parayla, % 95’inin inanmadığı bir teori Milletimiz’e TÜBİTAK’a bağlı Bilim ve Teknik dergisi kanalıyla gerçekmiş gibi anlatılıyor.

Bilim ve Teknik dergisi Haziran ayında, “Bugünün sorunlarını anlamak için 150 yıllık kılavuz: Evrim Teorisi” başlığıyla yayınlandı. Evrim Teorisi ve Darwinizm’in tek kılavuzluğu, 150 yıl boyunca insanlığa yalnızca büyük belalar getirmesi olmuştur.

Komünizm, Faşizm, Satanizm ve Terör…

Tüm bu sapık ideolojilere Darwinizm kılavuzluk etmiş ve ideolojik kökenini oluşturmuştur. Tüm dünyanın belası olan komünizmin, faşizmin ve PKK terörünün temeli olan Darwinizm’i, Milletimiz’in parasıyla basılan bir yayın yoluyla savunmak son derece tehlikelidir.

Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz Mart ayında TÜBİTAK’ın yayın organı olan Bilim ve Teknik dergisinin kapağındaki Darwin resminin değiştirilmesi kamuoyunda büyük gündem oluşturmuştu. Bu değişiklik üzerine Türk basınının malum bazı kesimlerinde büyük bir panik yaşanmış ve sonrasında bu kesimler konuyu gerek köşe yazılarında gerekse televizyon programlarında dile getirerek bunun bir sansür uygulaması olduğu iddiasıyla yaşadıkları ideolojik kaygıları açıkça sergilemişlerdir. Dergilerde kapak, gazetelerde de manşet değişimlerinin son ana kadar birçok kez yaşanabildiğini çok iyi bilen bu çevreler, toplum içerisinde yanlış bir kanaat oluşturabilmek için koro halinde “Evrime inanmayan çağdaş değildir” yalanına dayalı bir kampanya başlatmışlardır.
Bu dayatma kampanyası neticesinde TÜBİTAK Bilim Kurulu üyeleri “ileriki sayılarda özel bir Darwin sayısı yapılacaktır” şeklinde açıklama yapmak zorunda kalmışlardır. Nitekim Haziran ayında Bilim ve Teknik dergisi Darwin ve evrim teorisini kapak konusu yapmış, böylelikle Darwinistlerin kendi ideolojilerini dayatma yoluyla nasıl yaşatmaya çalıştıkları bir kez daha açıkça görülmüştür.

Sayın Adnan Oktar uzun yıllardır gerek kitaplarında gerekse röportajlarında dünyanın Darwinist-materyalist bir fikir diktatörlüğünün hakimiyeti altında olduğunu önemle vurgulamaktadır. Dünya ülkelerinin %95’inin resmi himayesi altında bulunan Darwinizm, ülkemizde de az sayıdaki materyalist-Darwinistler tarafından bir dayatma şeklinde milletimize sunulmaktadır. Halkımızın %95’inin Darwinizm’e inanmadığı ve karşı olduğu bilindiği halde, Türk Milletinin bütününden toplanan vergilerden elde edilen parayla faaliyet gösteren TÜBİTAK’a bağlı Bilim ve Teknik dergisi kanalıyla evrim teorisinin sanki doğru ve gerçekmiş gibi anlatılması, bu durumun en önemli ve güncel örneklerinden biridir.

Emperyalistler, Faşistler, Komünistler, Kapitalistler, Masonlar Panik Halde Darwinizm’i Kurtarma, Darwin’in Ölüsünü Diriltme Telaşına Girdiler

Bilim ve Teknik dergisi, Haziran sayısının kapağında “Bugünün sorunlarını anlamak için 150 yıllık kılavuz: Evrim Teorisi” başlığını kullanmıştır. Darwinizm’in 150 yıldır insanlığa yaşattığı acılar düşünüldüğünde bu başlığın ifade etmesi gereken gerçekler de ortaya çıkmaktadır. Darwinizm, tüm dünyaya komünizmi, faşizmi ve savaşları, ülkemize ise terör belasını getirmiştir. 150 yıl boyunca gelişen her türlü sorunun kılavuzu Darwinizm olmuştur.

Ancak bugün gelinen noktada, 30 yıldır dünya çapında devam eden etkili fikri mücadele sonucunda Darwinizm artık ölmüştür ve hiçbir girişimin bu ölüyü diriltmesi mümkün değildir. Darwinist çevrelerde “Darwinizm’in ölmüş olduğunu” fark etmiş olmanın zavallı paniği net bir şekilde gözlemlenebilmektedir. Bu tip yayınlar ve haberlerin hazırlanması da bu paniğin bir göstergesidir.

Devamını okuyun...>>

7 Eylül 2009 Pazartesi

Terörün İdeolojisi ile Fikri Mücadele

Terörizmle yapılacak mücadelenin kesin sonuca ulaşabilmesi için terörizmin kaynağının doğru tespit edilebilmesi ve yöntemlerin de buna göre belirlenmesi gerekir. Bu nedenle terörizmle yapılacak mücadele çok kapsamlı, her aşaması dikkatle düşünülmüş ve bütün bataklığı tamamen yok etmeye yönelik olmalıdır.

Terörist faaliyetlerin önlenmesi ya da suçluların bulunması terör ile mücadelede yeterli bir yöntem değildir. Önemli olan, terörizmin çıkış noktasının ortadan kaldırılmasıdır.

Terörün çıkış noktası, şiddeti, çatışmayı ve anarşiyi tek yol olarak sunan ideoloji ve akımlardır. Bir terörist, masum insanları öldürürken, kamu huzurunu ve düzenini bozarken, -kendisine empoze edilen fikirlerin ve görüşlerin etkisi altında olduğundan- kendince sözde makul bir mücadele verdiğini düşünür.

Bir terörist ancak, kendisini şiddete iten ideolojilerin yanlışlığını ve mantıksızlığını anladığı ve bu ideolojilerden yola çıkarak bir yere varamayacağını kavradığı zaman, terörden vazgeçer. Aksi takdirde terörizme karşı alınan tedbirler hep kısa süreli olacak, bir süre sonra terör, başka yerlerde, başka koşullarda, bambaşka bir yüzle insanlığın karşısına yine çıkacaktır.

İşte bu nedenle terörizmin sona ermesi ancak terörün fikri alt yapısının tamamen ortadan kaldırılması ile mümkündür.

Terörün fikri dayanağını Darwinizm ve Darwinizm’den kaynaklanan materyalist akımlar oluşturmaktadır. Darwinizm’in insanlara verdiği, ‘yaşam bir mücadele alanıdır', ‘yalnızca güçlü olanlar ayakta kalabilirler ve zayıf olanlar elenmeye mahkumdur', ‘insan ve tüm kainat kör tesadüflerin eseridir, dolayısıyla hiç kimse yaptıklarından ötürü kimseye karşı sorumlu değildir' gibi batıl telkinler, insanları adeta hayvanca bir yaşama sürüklemektedir. Bu durumun doğal bir neticesi olarak da acımasızlık, saldırganlık ve şiddet olağan karşılanır hale gelmektedir.

Teröre başvuran, hedefine ancak şiddet yolu ile ulaşabileceğini savunan kişi, hangi dine, hangi ırka, hangi gruba mensup olursa olsun aslında materyalist düşüncenin ve Darwinizm’in etkisi altında kalarak bu eylemi gerçekleştirmektedir. Buna zaman zaman din adına ortaya çıktıkları iddiasında bulunan terörist gruplar da dahildir. Çünkü gerçek din ahlakını yaşayan kimsenin şiddeti çözüm yolu olarak benimsemesi, insanları öldürerek amacına ulaşmaya çalışması kesinlikle mümkün değildir. Dolayısıyla bu tarz kişiler din ahlakının tam tersi bir yaşam sürmektedirler ve eylemlerini materyalist ideolojilerin etkisi altında gerçekleştirmektedirler.

İslam ahlakı, -kime karşı yapılırsa yapılsın- terörün her türlüsünü şiddetle lanetlemektedir ve insanları barışa, hoşgörüye ve uzlaşmacı olmaya davet etmektedir. İslam ahlakına sahip olan bir kişi terörün her türlüsüyle fikri olarak mücadele eder. Din ahlakının ve onun insanlığa sunduğu güzel ahlakın her insan tarafından yaşanması için çalışır.

Devamını okuyun...>>

Darwinizmle Fikri Mücadele İçin Birlik Olmak

Darwinizmle ilmi bir mücadelenin etkili olabilmesi için Müslümanların birlik ve beraberlik ruhu içinde hareket etmeleri büyük önem taşımaktadır. Allah Kuran'da Müslümanların inkar ahlakına karşı verecekleri fikri mücadelede birlik olmaları gerektiğini bildirmiştir. Bir ayette, Müslümanların birlik içinde hareket etmemeleri durumunda yeryüzünde bozgunculuk çıkacağı şu şekilde haber verilmiştir:

İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur. (Enfal Suresi, 73)

Dinsizlik dünyanın pek çok bölgesinde yaygınken, terör ve anarşi tüm insanları tehdit ederken, pek çok mazlum ve masum insan, zulüm ve baskı altında ezilirken samimi olarak iman edenlerin yapması gereken tüm imkanları sonuna kadar kullanıp dinsizlikle fikren mücadele etmektir. Müslümanların aralarındaki düşünce farklılıklarını öne sürerek birlik sağlayamamaları, yapılması gereken bu büyük ilmi mücadelede güçlerinin azalmasına neden olacaktır. İçinde bulunulan koşullar görüş ayrılıklarını bir kenara bırakıp, din ahlakının yayılması için ittifak etmeyi zaruri kılmaktadır.

Darwinizme karşı yürütülen ilmi mücadelede her Müslüman sorumluluk üstlenmelidir. Tüm Müslüman sivil toplum kuruluşları, organizasyonlar, vakıflar ve dernekler ortak bir şuurla hareket etmeli, "Bu bizim organizasyonumuzun çalışması değil" ya da "Bu bizim vakfımızın eseri değil" diye düşünmeden, Darwinizmle mücadeleye katkıda bulunmalıdır. Mensup olduğu vakfın, derneğin, organizasyonun çalışmaları dışındaki tüm çalışmaları göz ardı etmek, "Bizim camiamızdan değil, o nedenle fikrine de önem vermeyiz" mantığında olmak, Müslümanlara hiç yakışmayacak bir yaklaşım olur. Bu koşullar altında çeşitli bahaneler öne sürerek Darwinizmle fikren mücadele etmekten kaçınmak, birlik ve beraberlik ruhuyla hareket etmemek hem dünyada hem de ahirette sorumluluğu olan bir davranış olabilir. Samimi Müslümanların bu hataya düşmekten sakınması son derece önemlidir.

Müslümanların, Allah rızası için tüm imkanlarını seferber ederek dinsizliğe karşı yapacakları fikri mücadele, Allah'ın izniyle, tüm insanlık için en güzel şekilde neticelenecektir. Birlik ve beraberlik içinde, samimiyetle yürütülecek çalışmalar, Rabbimiz'in Kuran-ı Kerim'de vaad ettiği gibi "Hakkın üstün gelip, batılın yok olmasına" vesile olacaktır. Yüce Allah'ın bu vaadi tüm iman edenler için büyük bir şevk ve heyecan kaynağıdır:

Hayır, Biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Allah'a karşı) Nitelendiregeldiklerinizden dolayı eyvahlar size. (Enbiya Suresi, 18)

Devamını okuyun...>>

16 Ağustos 2009 Pazar

Dinde Teröre Yer Yoktur

Allah’ın tüm insanlar için gönderdiği İslam dini barışçı ve insancıldır. Adaleti emreder, masum insanların haklarını korur, ırk, soy, cinsiyet ayrımı yapmaz. Allah Kuran’da insanlar arasındaki üstünlüğü belirleyen tek özelliğin iman olduğunu şöyle bildirir: “Ey insanlar, gerçekten, Biz sizi bir erkek ve bir dişiden yarattık ve birbirinizle tanışmanız için sizi halklar ve kabileler (şeklinde) kıldık. Şüphesiz, Allah Katında sizin en üstün (kerim) olanınız, (ırk ya da soyca değil) takvaca en ileride olanınızdır. Şüphesiz Allah, bilendir, haber alandır.” (Hucurat Suresi, 13) Dünyadaki terörist eylemler ise Kuran tarafından kesinlikle kınanır. Bu eylemleri yapanlar Müslüman olduklarını iddia etseler de, bu cinayetlere “İslami terör” denemez. Bu gibi zulümlerin arka planında maddi çıkarlar ya da cehalet yatar. Allah Kuran’da masum insanların öldürülmesini, bozgunculuğu, yeryüzünde fesat çıkarmayı kesin olarak haram kılmıştır: “…Kim bir nefsi, bir başka nefse ya da yeryüzündeki bir fesada karşılık olmaksızın öldürürse, sanki bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de onu (öldürülmesine engel olarak) diriltirse, bütün insanları diriltmiş gibi olur...” (Maide Suresi, 32) "Allah, bozgunculuğu sevmez". (Bakara Suresi, 205) Yol, ancak insanlara zulmeden ve yeryüzünde haksız yere 'tecavüz ve haksızlıkta bulunanların' aleyhinedir. İşte bunlara acıklı bir azab vardır. (Şura Suresi, 42) Çok açıktır ki, kötülüğe kötülükle karşılık vermek insanları hiçbir sonuca ulaştırmaz. Bu, ancak felaketlere, masum insanların zarar görmelerine, huzursuzluğa, kan dökülmesine neden olur ve hiçbir insan böyle bir ortamda yaşamak istemez. İnsanın ruhu ferahlıktan, barıştan, sevgiden, şefkatten, merhametten zevk alır. Nitekim Allah bize ayetlerde bunun gibi güzel ahlak özelliklerini haber vermektedir: “İyilikle kötülük eşit olmaz. Sen, en güzel olan bir tarzda (kötülüğü) uzaklaştır; o zaman, (görürsün ki) seninle onun arasında düşmanlık bulunan kimse, sanki sıcak bir dost(un) oluvermiştir.” (Fussilet Suresi, 34) Terör ise dinin zıttıdır; acımasızdır, kan dökmek, öldürmek, acı çektirmek ister. Dolayısıyla bir terör eylemine fail ararken, kaynağı dindarlıkta değil, dinsizlikte aramak gerekir. Olayın kökenini, faşist, komünist, ırkçı, materyalist düşüncedeki insanlarda aramak gerekir. Teröristlerin hangi ismi taşıdığı, kimliğinde ne yazdığı önemli değildir. Terörist, Allah'tan korkmayan, tek amacı kan dökmek ve acı çektirmek olan bir canidir. Bu nedenle, "İslami terör", "Yahudi terörü", "Hıristiyan terörü" son derece hatalı kavramlardır. Çünkü İslam dininde, Hıristiyanlıkta ve Musevilikte hiçbir şekilde teröre yer yoktur. Aksine, İslam'a göre "terör" olarak adlandırdığımız eylemler (yani masum insanlara karşı işlenen cinayetler), büyük birer suçtur ve Müslümanlar bu eylemleri engellemek, yeryüzüne barış, huzur ve adalet getirmekle sorumludurlar.
Devamını okuyun...>>

Bölücü Terörün Temelleri: Komünizm ve Darwinizm

Anadolu toprakları tarih boyunca pek çok milletin bir arada barış ve huzur içinde yaşadığı bir bölge olmuştur. Özellikle Osmanlı’nın bu konudaki hassasiyeti ve adaletli yönetim sistemi sayesinde pek çok farklı etnik grup barış içinde bu topraklarda yaşamış hatta aynı saflarda savaşmışlardır.

Ancak son yıllarda PKK terörünün tekrar ortaya çıkması ve ülke gündeminde etnik konuların hararetli bir şekilde tartışılmaya başlaması, Türk Milleti’nin tarihten gelen ve ırk, din ve dil ayrımına kesinlikle dayanmayan birlik ve beraberlik anlayışına zarar vermektedir. Zaten gündeme gelen bu konu tamamen suni bir konudur. Çünkü Türkiye’de etnik bir sorun yoktur. Din, dil, ırk ayrımı tarihte olduğu gibi bugün de söz konusu değildir. Osmanlı İmparatorluğu’nda yüzyıllardır, Türkiye Cumhuriyeti’nde 80 yıldır kürdü, lazı, çerkezi, yahudisi huzur içinde yaşamış ve yaşamaya devam etmektedir. Bu milletlerden olan insanların hiçbiri bir devlet kurma ya da ülkemizi bölme amacında olmamışlardır.
Bu nedenle terör örgütü PKK’nın bazı Kürt vatandaşlarımızı da aldatıp arkasına alarak Güneydoğu’da çeşitli habis faaliyetlerde bulunmasının sebebi gerçekte etnik temele dayanmamaktadır. Çünkü sorun etnik değil, ideolojiktir. Güneydoğu’da yaşanan bölünmenin tek bir nedeni vardır, o da komünizmdir. PKK’nın ideolojisi komünizm ve sosyalizm üzerine kurulmuştur. PKK’nın ayrı bir toprak parçası talep edip bu yönde faaliyetlerde bulunmasının da temelinde komünizmi yaşatma isteği bulunmaktadır. Çünkü bu ideoloji demokrasinin yaşandığı bir ülkede hayata geçirilemez. Komünizm, zor ve baskıya dayalı rejimini uygulamak için bağımsız ve izole bir toprak parçası üzerinde, tamamen kendi hâkimiyetini kurmaya ihtiyaç duyar.

İşte bu gerçek PKK’nın yıllar boyunca Güneydoğu bölgesini Türkiye’den ayırarak kendine bağlı özerk bir bölge haline getirmeye çalışmasının temel nedenidir. Nitekim komünizmin girdiği ve bir rejim olarak uygulandığı tüm ülkelerde bölünme kaçınılmaz olmuştur. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Bu bölünmede hiçbir zaman etnik unsurlar rol oynamamış, sadece komünist ideoloji ön plana çıkmıştır. Bilindiği gibi Kore, Almanya ve Çin de komünist ideolojinin bir sonucu olarak bölünmüşlerdir. Bu ülkelerde farklı etnik kökenlerin varlığı gibi bir durum söz konusu değildir. Ancak Kore, Güney ve Kuzey Kore, Almanya, Doğu ve Batı Almanya ve Çin de Milliyetçi ve Komünist Çin olarak gerek toplumsal anlamda gerekse de toprak olarak bölünmüşlerdir. Komünistler her devirde kendi ideolojilerini yaşatabilmek için bölücülük yaparak karışıklık çıkarmaktan geri kalmamış, ayrı bir toprak, ayrı bir ülke elde etmek amacıyla silahlı mücadeleye girmişlerdir.

Komünizmi, faaliyetleri ve amacı bakımından bir tümöre benzetebiliriz. İlk tümör dokudaki hücrelerden biridir. Sonra uygun ortamda birden bu tümör bölünmeye ve çoğalmaya başlar. Kendini yaşatabilmek için bağımsız bir şekilde hareket etmek ister. İşte komünist terör örgütü de sözünü ettiğimiz tümör gibi uygun ortamı bulduğunda hemen kendine yandaşlar bulmaya, yayılmaya ve ortaya çıktığı bölgeyi kendine bağlı kılmaya çalışır. Ülkeyi bölmek ve bağımsız bir toprak elde etmeyi ister.

Terör örgütünü durdurmak ve ülke genelinde toplumsal birlik ve beraberliği sağlamak için öncelikli olarak terörü besleyen komünizmin temeli olan Darwinizmin fikri olarak çürütülmesi gereklidir. Güneydoğu bölgesinde yapılan Darwinist propagandalar, hastalıklı bünyeye yeni kanserli hücrelerin katılması gibi, yeni militanlar ve destekçiler kazandırmaktadır. Bu propagandada, insanın hayvandan türemiş bir canlı olduğu yalanı anlatılır. Böyle bir aldatmacayla eğitilen bir kimse ise, insanları aynı doğadaki canlılar gibi sorumsuz ve başıboş görür. Bu bakış açısıyla hayatın kökenini değerlendiren biri kendisini; tesadüfen dünyaya gelmiş ve yaşaması için savaşması gereken biri olarak görür. İnsanlar arasında tıpkı hayvanlarda olduğu gibi amansız bir yaşam mücadelesi olması gerektiği safsatası ile hareket edildiğinde ise çatışma ve masum insanları öldürmek son derece doğal karşılanır.

Bu gerçeklerden hareketle, Darwinizm’in varlığı ve propagandasının yapılması PKK’yı daima besler ve büyütür. Darwinizm’in yayılması PKK için yeni insan kaynağı demektir. Bu yüzden Darwinizm ile yapılan her türlü propaganda doğrudan terör örgütünü fikri anlamda güçlendirip, beslemektedir. Darwinizm’i destekleyip, propagandasını yapmakla PKK’ya asker ve silah yardımı yapmak arasında hiçbir fark yoktur. Şu unutulmamalıdır ki, PKK’nın mücadeleye başladığı 1980’li yıllarda doğan bebekler Darwinizm’in beslediği komünist ideoloji ile uyuşturulup, kandırılıp, bugün PKK saflarında mücadele eden birer militan haline gelmişlerdir. Terör örgütünün şu anki silahlı birliklerinin çoğu o yıllarda doğan çocuklardır. Eğer Darwinizm söz konusu olan yıllarda ortadan kaldırılsaydı komünizm tamamen çürütülmüş olacaktı, bu sapkın ideoloji de sonraki nesillere aktarılamayacaktı. Dolayısıyla ideolojisi olmayan bir örgütün kendine yandaş toplaması ve faaliyet göstermesi mümkün olamayacağından PKK da kısa zamanda yok olup gidecekti.

Bu nedenlerden ötürü Güneydoğudaki olayları etnik açıdan değerlendirmek doğru değildir. Ortada bir sorun vardır; bu, komünist ideolojiye dayalı bir sistem kurmak için Türkiye’den, gerek silahlı mücadele ile gerekse de politik yollar aracılığıyla toprak kazanabilme sorunudur. Bu ise hiç bir zaman gerçekleşmeyecek bir ütopyadır.

Devamını okuyun...>>