25 Ocak 2010 Pazartesi

Darwinist Irkçıların İnsanlık Dışı Uygulamaları

Aborijin Soykırımı
Avustralya'nın yerli halkı "Aborijinler" olarak bilinir. Kıtada binlerce yıldır yaşamakta olan bu insanlar, Avrupalı göçmenlerin ülkede yayılmasıyla birlikte tarihin en büyük soykırımlarından birine maruz kaldılar. Bu soykırımın ideolojik temeli ise, Darwinizm'di. Darwinist ideologların Aborijinler hakkındaki görüşleri, bu insanların maruz kaldıkları vahşetin teorisini oluşturdu.

ABORİJİN KATLİAMI

Avustralyalı yerliler Aborijinler, evrimciler tarafından gelişmemiş bir insan türü olarak görüldüler ve katledildiler.

Londra basılan Antropological Review'den evrimci antropolog Max Muller, 1870'de insan ırkını yedi kategoriye ayırmıştı; Aborijinler en altta yer alıyordu ve Avrupalı beyazların soyu olan Aryan ırkı en üst sırada idi. Ünlü bir sosyal Darwinist olan H. K. Rusden ise Aborijinler hakkında 1876 yılında şöyle bir açıklamada bulundu:


En uygunların yaşaması, kuvvetin haklı olduğu anlamına gelir. Bu nedenle aşağı ırk olan Avustralyalıları ve Maori ırkını yok ederken acımasız ve değişmeyen doğal seleksiyon kanunlarını yerine getiririz.... ve mirasını soğuk kanlılıkla kabul ederiz.31
Tazmanya Royal Society'nin başkanı olan James Barnard ise 1890'da; "yok etme işlemi evrim ve en uygunların yaşama kanununun bir aksiyonudur" dedi ve "bu nedenle Avustralyalı Aborijinleri öldürme konusunda suçlamayı hak eden herhangi bir sebep yoktur" diye devam etti.32
Darwin'in beslediği bu ırkçı, acımasız ve vahşi görüşler sonucunda, Aborijinleri yok etmeye yönelik korkunç bir katliam başlatıldı. Aborijinler öldürüldükten sonra, kafatasları istasyon benzeri yerlerin kapılarına asıldı. Aborijin ailelerine zehirli ekmek verilerek öldürüldüler. Avustralya'nın birçok yerindeki Aborijin yerleşim birimleri 50 yıl içinde vahşi bir biçimde ortadan kalktı.33


Aborijinlere yönelik uygulamalar, katliamlarla da bitmedi. Bu ırka mensup pek çok insan, denek hayvanı muamelesi gördü. Washington D.C.'deki Smithsonian Enstitüsü çeşitli ırklardan 15.000 kişinin kalıntılarını elinde tutuyordu. Hayvandan insana geçişte "kayıp halka"yı oluşturup oluşturmadıklarını gözlemlemek amacıyla ise 10.000 Avustralya Aborijin yerlisi gemiyle British Museum'a götürüldü.


Müzeler sadece kemiklere ilgi duymakla kalmamış, aynı zamanda Aborijinlere ait beyinleri saklayarak yüksek fiyata satmışlardı. Ayrıca örnek (numune) olarak kullanılmak amacıyla Avustralya Aborijinlerinin öldürüldüklerine dair kanıtlar da vardır. Aşağıda verilen bilgiler, bu acımasızlığın göstergeleridir:


* "1866'da Bowen, Queensland'ın Belediye Başkanı olan Korah Wills, bilimsel bir numune edinmek amacıyla, 1865 yılında yerli kabile üyesini nasıl parçalayarak öldürdüğünü açık bir şekilde, çizimlerle anlatmıştı.


* Sidney'deki Avustralya Müzesi'nin müdürü Edward Ramsey (1874-1894), Aborijinler'i "Avustralya hayvanları" olarak adlandırdığı bir müze kitapçığı yayınladı. Kitapçıkta aynı zamanda henüz öldürülmüş örneklerin cesetlerinin nasıl çalınacağı ve kurşun yaralarının nasıl tıkanacağı konusunda da talimatlar yer alıyordu.

* Alman evrimci Amalie Dietrich (takma adı Kara Ölüm Meleği'dir) Avustralya'ya gelmiş ve Aborijinleri öldürüp derilerinin içini doldurarak saklamak için izin istemişti. Kısa süre içinde de amacına ulaşmıştı.

* Yeni bir Güney Galler misyoneri, Aborijin erkekleri, kadınları ve çocuklarından oluşan bir grubun atlı polis tarafından katledilişine tanık olarak dehşete düşmüştü. Ardından da 45 kafatası kaynatılmış ve aralarından en iyi 10 kafatası denizaşırı ülkelere gönderildi.34
Aborijinlere uygulanan soykırım 20. yüzyılda da devam etti. Bu soykırımın yöntemleri arasında, Aborijin çocuklarının ailelerinden zorla koparılması da vardı. Philadelphia Daily News gazetesinin 28 Nisan 1997 tarihli sayısında, Alan Thornhill tarafından hazırlanan haberde, Aborijinlere karşı kullanılan bu yöntem şu şekilde anlatılmıştı:

ABORIGINE FAMILIES RECEUNT SEIZURES

(Aborijin Aileleri Kaçırılmaların Hesabını Soruyor)
Associated Press-Avustralya'nın terk edilmiş Kuzeybatı çöllerinde yaşayan Aborijinler, çocuklarının devletin sağlık yetkilileri tarafından alınmaması için, açık renk derili olanları kömür ile boyuyorlardı.

Kaçırılan çocuklardan biri yıllar sonra şöyle diyordu: "Yetkililer buldukları anda sizi alıp götürüyorlardı, halkımız bizi saklıyor, kömürle derilerimizi boyuyorlardı."

Çocukken kaçırılmış bir işçi; "Moola Bulla'ya götürüldüğümde sadece 5 ya da 6 yaşındaydım."
Onun hikayesi, "çalınan nesil" ile ilgili soruşturma başlatan Avustralya İnsan Hakları ve Eşit Fırsatlar Komisyonu tarafından dinlenen binlerce ifadeden yalnızca birisiydi. 1910 yılından 1970'lere kadar Aborijin ailelerden 100.000 kadar çocuk kaçırılmıştı... Açık tenli Aborijin çocuklar ailelerinden kaçırılarak, evlatlık olarak beyaz ailelere veriliyordu. Kara derili olanlar öksüzler yurduna yerleştiriliyordu.


Görüldüğü gibi yapılan insanlık dışı muameleler, katliamlar, acımasızlıklar, vahşet ve soykırım, hep Darwinizm'in "doğal seleksiyon", "yaşam mücadelesi", "güçlü olanın elenmesi" tezleriyle meşrulaştırılıyordu.
Aborijin yerlilerinin yaşadıkları tüm bu korkunç olaylar ise, Darwinizm'in dünyaya getirdiği belaların yalnızca küçük bir bölümünü oluşturuyordu.


Devamını okuyun...>>

Darwin'in Türk Düşmanlığı !!!!!!!!!

İngiliz sömürgeciliğinin 19. yüzyılın sonlarında kendisine seçtiği en önemli hedef, Osmanlı İmparatorluğu'ydu.
Osmanlı Devleti, o dönemde Yemen'den Bosna-Hersek'e kadar uzanan dev bir coğrafyanın hakimiydi. Ancak asırlardır barış, huzur ve istikrar içinde yönettiği bu coğrafyayı kontrol etmekte zorlanıyordu. Hıristiyan azınlıklar bağımsızlık amacıyla ayaklanıyor, Rusya gibi büyük askeri güçler de Osmanlı'yı tehdit ediyordu.

DARWIN'İN ÖZEL MEKTUPLARINDA TÜRK DÜŞMANLIĞI
Charles Darwin, İngiltere'nin Osmanlı'ya yönelik siyasi planlarına katkıda bulunmak amacıyla, teorisini kullanmış ve Türk Milleti'ni geri bir ırk olarak göstermeye çalışmıştır. Günümüzün Türk düşmanları hala Darwin'in bu hezeyanlarından destek almaktadır.
Osmanlı'yı tehdit eden güçler arasına, yüzyılın son çeyreğinde İngiltere ve Fransa da katıldı. Özellikle İngiltere, Osmanlı'nın güney eyaletlerine göz dikti. 1878'de imzalanan Berlin Anlaşması, Avrupa'nın sömürgeci güçlerinin Osmanlı'yı paylaşma kararlarının bir ifadesiydi. Beş yıl sonra, 1882'de, İngiltere bir Osmanlı toprağı olan Mısır'ı işgal etti. İngiliz sömürgeciliği, daha sonra da Osmanlı'nın Ortadoğu'daki eyaletlerini ele geçirme planlarına girişti.
İngiltere bu emperyalist politikalarını her zaman olduğu gibi ırkçılığa dayandırıyordu. İngiliz hükümeti kasıtlı olarak Osmanlı'yı ve özellikle Osmanlı'nın asli unsuru olan Türk milletini sözde "geri" bir millet olarak göstermeye çalışıyordu.
İngiliz Başbakanı William Ewart Gladstone, açıkça "Türkler insanlığın insan olmayan numuneleridir. Medeniyetimizin bekası için onları Asya steplerine geri sürmeli veya Anadolu'da yok etmeliyiz" diyordu.22
Bu ve benzeri sözler, İngiliz hükümeti tarafından on yıllar boyunca Osmanlı'ya yönelik bir propaganda malzemesi olarak kullanıldı. İngiltere, Türk Milletini, Avrupalı ileri ırklara boyun eğmesi gereken sözde geri bir ırk olarak göstermeye çalıştı.
Bu propagandanın sözde bilimsel dayanağı ise Charles Darwin'di!...
Darwin'in Türk Milleti hakkındaki yorumları, 1888 yılında yayınlanan The Life and Letters of Charles Darwin (Charles Darwin'in Hayatı ve Mektupları) adlı kitapta yer alıyordu. Darwin, doğal seleksiyon sonucunda sözde "geri ırklar"ın elenerek medeniyetin gelişmesine katkıda bulunduğunu öne sürüyor ve sonra da Türk Milleti hakkında aynen şunları söylüyordu:
Doğal seleksiyona dayalı kavganın, medeniyetin ilerleyişine sizin zannettiğinizden daha fazla yarar sağladığını ve sağlamakta olduğunu ispatlayabilirim. Düşünün ki, birkaç yüzyıl önce Avrupa, Türkler tarafından işgal edildiğinde, Avrupa milletleri ne kadar büyük risk altında kalmıştı, ama artık bugün Avrupa'nın Türkler tarafından işgali bize ne kadar gülünç geliyor.
Avrupa ırkları olarak bilinen medeni ırklar, yaşam mücadelesinde Türk barbarlığına karşı galip gelmişlerdir. Dünyanın çok da uzak olmayan bir geleceğine baktığımda, bu tür aşağı ırkların çoğunun medenileşmiş yüksek ırklar tarafından elimine edileceğini (yok edileceğini) görüyorum.23

ÇANAKKALE SAVAŞI
Çanakkale Savaşı'nda Türk Ordusu, 250 bin şehit vererek İngilizlerin başını çektiği düşman kuvvetlerine karşı kahramanca çarpıştı.
Darwin'in bu hezeyanı, İngiltere'nin Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkma politikasına destek vermek için yazılmış bir propaganda malzemesiydi. Nitekim bu propaganda malzemesi etkili oldu. Darwin'in "Türk Milleti yakında yok olacaktır; bu evrimin kanunudur" anlamına gelen sözü, İngilizlerin Türk düşmanı propaganda kampanyalarına sözde bilimsel bir destek verdi.
İngiltere'nin Darwin'in kehanetini gerçekleştirme hevesi, asıl olarak I. Dünya Savaşı'nda hayata geçti. 1914'de başlayan bu büyük savaş, bir yanda Almanya ve Avusturya-Macaristan, diğer yanda ise İngiltere-Fransa-Rusya ittifaklarının arasındaki çıkar çatışmalarından doğmuştu. Ancak savaşın içindeki en önemli hesaplardan biri, Osmanlı İmparatorluğu'nu yıkma ve paylaşma hedefiydi.
İngiltere, iki ayrı yönden Osmanlı İmparatorluğu'na saldırdı. Birinci yön, Osmanlı'nın Ortadoğu'daki topraklarını ele geçirmek amacıyla açılan Kanal, Filistin ve Irak cepheleriydi. İkinci yön ise, I. Dünya Savaşı'nın en kanlı muharebelerinden birinin yaşandığı Çanakkale cephesi oldu. Çanakkale'deki Türk ordusu, İngilizlerin başını çektiği düşman kuvvetlerine direnmek için 250 bin şehit vererek kahramanca çarpıştı. İngilizler ise, sözde "aşağı ırk" olarak gördükleri Türklere karşı savaşmak üzere, kendi askerlerinden çok, Hintli askerleri ya da Avustralya, Yeni Zelanda gibi sömürgelerinden devşirdikleri Anzak birliklerini göndermişlerdi.
Darwin'in Türk düşmanlığının yankıları, I. Dünya Savaşı'nın ardından da devam etti. Bugün Avrupa'daki soydaşlarımıza karşı haince saldırılar düzenleyen Avrupalı neo-Nazi grupları, hala Darwin'in Türk Milleti hakkındaki hezeyanlarından ilham alıyorlar. Bu Türk düşmanı ırkçı grupların internet sayfalarında, Darwin'in Türkler hakkındaki sözleri yer alıyor. (Bkz. Hitler ve Darwin'in Kanlı İttifakı bölümü)


Devamını okuyun...>>

Darwinizm-Komünizm İttifakının Temeli: Din Düşmanlığı


Materyalistlerin ve komünistlerin Darwinizm'e olan bağlılıklarının en önemli nedeni daha önce de belirtildiği gibi, Darwinizm'in ateizme sağladığı göstermelik dayanaktır. Materyalist felsefe tarih boyunca varolmuş, ancak 19. yüzyıla dek bazı filozofların teorik kitaplarıyla sınırlı kalmıştı. Bunun en önemli nedeni, bu döneme kadar bilim adamlarının büyük bir bölümünün Allah inancına sahip, Yaratılış gerçeğine inanan insanlar olmalarıdır. Ne var ki, 19. yüzyılda materyalist felsefe Darwin'in teorisi ile birlikte doğa bilimlerine uygulanmış oldu. Darwinizm, 19. yüzyıla damgasını vuran ve sosyal etkilerini en çok 20. yüzyılda gösteren din-dışı materyalist kültürün en büyük dayanağıydı.
Bu materyalist kültürden doğan ideolojiler ise, buraya kadar ele aldığımız gibi, iki büyük dünya savaşının, sayısız iç savaş ve terör eyleminin, soykırımların, sömürü ve vahşetlerin ateşleyicisi oldular. Bu belalar nedeniyle on milyonlarca insan yaşamını yitirirken, yüzmilyonlarcası insanlığa yakışmayacak şekilde zulüm gördüler, en kötü muamelelere maruz bırakıldılar.
Darwinist-materyalist görüşü benimseyen teröristler, ilkel ataları olduğunu iddia ettikleri hayvanlar gibi dağlara çıktılar, mağaralarda rezil koşullarda yaşadılar. Hiç düşünmeden adam öldürebildiler, bebeklerin, yaşlıların, masumların canlarına kıyabildiler. Ne kendilerini ne de diğer insanları, Allah'ın yarattığı, bir ruha, akla, vicdana ve anlayışa sahip varlıklar olarak görmedikleri için, hayvanın hayvana yaptığını, birbirlerine yaptılar. Stalin'in yıktırdığı onlarca kilise ve cami ise, komünizmin din düşmanlığının göstergelerinden sadece bir tanesiydi...
David Jorafsky, Sovyet Marksizmi ve Doğa Bilimi isimli kitabında bu ilişkiyi şöyle açıklar:
Bilimsel yetersizliğine rağmen evrimin ileri sürdüğü bilimsel karakter her türlü Allah karşıtı sistemi ve uygulamaları haklı çıkarmak için kullanıldı. Şimdiye kadar bunlardan en başarılısı komünizm gibi gözüküyor ve bütün dünyadaki taraftarları komünizmin evrim bilimini temel aldığı söylenerek kandırılmışlardır.94


Komünizmin ve materyalizmin din düşmanlığı, Bolşevik ihtilali ve sonrasında tüm şiddetiyle kendini gösterdi. Kilise ve camiler yıkıldı, "yeni sosyalist toplumun" dışına itilen toplumsal kategoriler arasında din adamları da önemli bir yer tutuyordu. Toplumun büyük çoğunluğu dindar olmasına rağmen, insanların ibadetlerini yerine getirmeleri engelleniyordu. Hıristiyanların kiliseye gittikleri pazar gününü devreden çıkarmak için ortak tatil günü kavramı kaldırıldı. Herkes beş gün çalışacak, herhangi bir gün tatil yapacaktı. Komünistler, bu önlemin "dinin kökünü kazımaya yönelik savaşı kolaylaştıracağını" düşünüyorlardı.95 Bu uygulamaların ardından, 1928 ile 1930 yıllarında din adamlarının ödedikleri vergi on kat artırıldı, yiyecek karneleri ellerinden alındı, tüm sağlık hizmetlerinden mahrum edilmeleri demek olan medeni haklarından yoksun bırakıldılar, sık sık tutuklandılar, yerlerinden edildiler, sürgüne gönderildiler. 1936 yılına gelindiğinde camilerin % 65'i, kiliselerin % 70'i yakılıp yıkılmıştı.
Din karşıtı uygulamaların en şiddetlilerinden biri de Arnavutluk'ta yaşandı. Arnavutluk'un komünist lideri ve dinsizliği ile tanınan Enver Hoca 1967'de Arnavutluk'u dünyanın ilk dinsiz ülkesi ilan etti. Din adamları sebepsiz yere gözaltına alındılar, bir kısmı gözaltındayken öldürüldü. 1948 yılında iki piskopos 5000 din adamı ile birlikte kurşuna dizildi. Aynı şekilde müslümanlar da öldürülüyorlardı. Ülkenin Nendori gazetesi de, 327'si Katolik mabet olmak üzere, toplam 2 bin 169 cami ve kilisenin kapatıldığını duyurdu.
Tüm bu uygulamaların nedeni kuşkusuz, komünizmin Allah'ın varlığını körü körüne inkar eden, dinden tamamen kopmuş, sadece maddeye inanan ve maddeye değer veren toplumlar oluşturma hedefiydi. Aslında komünizmin en büyük amaçlarından biri buydu çünkü komünist liderler, ancak makineleşmiş, duygusuz, duyarsız, en önemlisi Allah'tan korkmayan kitleleri diledikleri gibi yönlendirebileceklerini, onlara istedikleri kadar cinayet işlettirerek zulüm yaptırabileceklerini biliyorlardı. Bu noktada evrim teorisi, ateizmi sözde bilimsel bir gerçek gibi göstererek, komünizme büyük bir destek sağladı. Darwinizm'in ateizmi destekleyen ve dine göre yasak olan her türlü zulüm, baskı, çatışma ve kıyımı meşrulaştıran iddiaları, 20. yüzyılın bütün kan döken, insan hayatını hiçe sayan ideolojilerini bu şekilde teşvik etti. Geçtiğimiz yüzyıl, işte bu nedenle ardı arkası kesilmeyen savaşlar, katliamlar, ayaklanmalar, şiddet eylemleri, kavgalar ve düşmanlıklarla doludur.

Devamını okuyun...>>

IRKÇILIK VE DARWINİZM



Irkçılığın yeniden gelişmesindeki en büyük etken ise, tüm insanları Allah'ın eşit olarak yarattığını kabul eden Hıristiyan inancının yerine, Darwinizm'in yerleştirilmesidir. Darwinizm, insanların daha ilkel canlılardan evrimleştiğini, dahası bu evrim içinde bazı ırkların diğerlerinden daha ileri gittiğini ileri sürmekle, ırkçılığa bilimsel bir maske kazandırmıştır.



Kısacası Darwin, ırkçılığın babasıdır. Darwin'in teorisi, Arthur Gobineau, Houston Stewart Chamberlain gibi ırkçılığın "resmi" kurucuları tarafından ele alınıp yorumlanmış ve ortaya çıkan ırkçı ideoloji, Naziler ve diğer faşistler tarafından uygulamaya konmuştur.


Oxford, Stanford, Harvard gibi üniversitelerde yıllarca tarih profesörlüğü yapmış olan James Joll, halen üniversitelerde ders kitabı olarak okutulan Europe Since 1870 (1870'den Bu Yana Avrupa) isimli kaynak kitabında, Darwinizm ile ırkçılık arasındaki bu ideolojik ilişkiyi şöyle anlatır:
"Irkçılığın resmi kurucusu" ünvanına sahip olan Houston Stewart Chamberlain
İngiliz doğabilimci Charles Darwin, 1859'da yayınlanan Türlerin Kökeni, onu 1871'de takip eden İnsanın Türeyişi adlı kitaplarıyla büyük bir tartışma başlatmış ve Avrupa düşüncesinin farklı dallarını aynı anda etkilemiştir... Darwin'in fikirleri, ve onun İngiliz felsefeci Herbert Spencer gibi bazı çağdaşlarının düşünceleri, çok hızlı bir biçimde bilim dışındaki alanlara da uygulanmıştır...
Darwinizm'in toplumsal gelişmeye en çok uygulanabilir olan yönü ise, dünyada doğal kaynakların besleyemeyeceği bir nüfus fazlası bulunduğu ve bunun her zaman güçlülerin veya "uygunların" galip çıkacağı daimi bir yaşam mücadelesi gerektirdiği yönündeki inançtır. Bazı sosyal bilimciler için, bu noktadan hareketle, en "uygun" kavramına ahlaki bir mana katmak ve dolayısıyla yaşam mücadelesinde üstün gelen türlerin veya ırkların ahlaken üstün olduklarını savunmak çok kolay olmuştur.
Dolayısıyla doğal seleksiyon doktrini, kolaylıkla Fransız yazar Arthur Gobineau tarafından geliştirilen bir başka fikir ekolüyle de birleşmiştir. Gobineau, 1853 yılında İnsan Irklarının Eşitsizliği Üzerine Bir Makale adlı çalışmayı yayınlayan kişidir. Gobineau gelişmedeki en önemli etkenin ırk olduğunu savunmuş ve diğerlerine üstünlük sağlayan ırkların, kendi ırksal saflıklarını en iyi koruyabilenler olduğunu ileri sürmüştür. Gobineau'ya göre, tarihteki bu yaşam mücadelesinde en üstün gelen ırk, Aryan ırkı olmuştur...
Hitler, ırklar arasında bir hiyerarşi ve çatışma olduğu şeklindeki sapkın düşüncesinin ilhamını ilhamını, Darwinizm'den almıştı.
Bu fikirleri bir aşama daha ileri götüren kişi ise, İngiliz yazar Houston Stewart Chamberlain'dir... Hitler yazara (Chamberlain'e) o kadar hayranlık beslemiştir ki, onu 1927 yılında ölüm döşeğinde ziyaret etmiştir.77
Kitabın önceki bölümlerinde Nazizm'in fikir babaları arasında evrimci Alman biyolog Ernst Haeckel'in de büyük bir önem taşıdığını belirtmiştik. Haeckel, Darwin'in teorisini Almanya'ya taşımış ve Naziler için hazır bir program haline getirmiştir. Hitler, üstteki alıntıda isimleri geçen Arthur Gobineau ve Houston Stewart Chamberlain gibi ırkçılardan siyasi içerikli bir ırkçılık, Haeckel'den ise biyolojik bir ırkçılık devralmıştır. Dikkat edilirse, tüm bu ırkçılar Darwinizm'den ilham almış kişilerdir.
Nitekim Nazi ideologlarında da yoğun bir Darwinizm etkisi görülmektedir. Adolf Hitler ve Alfred Rosenberg tarafından şekillendirilen bu teori incelendiğinde, "doğal seleksiyon", "seçici eşleşme", "ırklar arası yaşam mücadelesi" gibi, Darwin'in Türlerin Kökeni kitabında onlarca kez tekrarlanan kavramlara rastlanır. Hitler ünlü kitabı "Kavgam" (Mein Kampf)'ın ismini de, Darwinizm'in yaşamın bir mücadele arenası olduğu ve bu mücadelede üstün gelenlerin hayatta kaldıkları prensibinden esinlenerek koymuştur. Hitler kitabında özellikle ırklar arasındaki mücadeleden söz etmiş ve şöyle demiştir:
"Tarih doğanın kendi kendine oluşturacağı yeni bir ırksal hiyerarşi sonucunda eşi benzeri olmayan bir imparatorluk meydana getirecektir."78
1933'deki ünlü Nurnberg mitinginde ise, "yüksek ırkın düşük ırkları idare ettiğini, bunun doğada görülen bir hak olduğunu ve tek mantıklı hak olduğunu" ileri sürmüştür.79
Nazilerin Darwin'den etkilendikleri bugün konunun uzmanı olan tarihçilerin hemen hepsi tarafından kabul gören bir gerçektir. "Faşizm'in Yükselişi" (The Rise of Fascism) isimli kitabın yazarı Peter Chrisp de bu gerçeği şöyle ifade eder:
"Charles Darwin'in insanların maymunlardan evrimleştiği teorisi ilk kez yayınlandığında alay konusu olmuştu, fakat daha sonra geniş bir alanda kabul edilmişti. Naziler Darwin'in teorilerini... savaş ve ırkçılığı haklı göstermek için kullandılar."80
Tarihçi Hickman da Hitler'in Darwinizm'den etkilendiğini şöyle açıklar:
Hitler katı bir evrimciydi. Psikozunun derinlikleri ne olursa olsun Mein Kampf kitabı bir dizi evrim fikrini sergiler, özellikle de en uygunların yaşam savaşı ve daha iyi bir toplum için zayıfların katledilmesi fikirlerine yer verir.81

Devamını okuyun...>>